DOĞUM VE ÇOCUKLA
İLGİLİ GELENEKLER
Doğum; insan
hayatının üç önemli safhasından ilkidir.
Doğum-evlenme-ölüm... Bu önemli üç safha
etrafında birçok gelenek görenek, adet, töre ve
tören oluşturulmuştur.
Evlenen çiftlerin
evliliklerinin en geç 1-2 yılında çocukları
olması beklentisi vardır. Bu süre içerisinde
çocuk olmayınca, özellikle geleneksel kültürde
halk hekimliği ilaçlarına dayalı çeşitli
çarelere başvurulduğu, ziyartelere, köy
ebelerine gidildiği görülür. Bu uygulamaların
yanı sıra doktora başvurmalar da artmıştır.
Hamile kadına yörede "İki canlı, hamile,
yerikli" adları verilir. Hamilelik süresi
içerisinde doğacak çocuğun kız mı, oğlan mı
olacağını hamilenin yediği yiyecekler, baktığı,
dokunduğu vb. ile ilgili olarak birçok uygulama
ve inanışlar mevcuttur.
Hamile kadın elma
yerse kızı, çok tatlı yerse oğlu olur. Rüyasında
boynuna altın takılmışsa kızı, el bileğine altın
takılmışsa oğlu olurmuş. Hamilelik döneminde
baykuşa, yılana, çirkinlere bakamamaya dikkat
edilir. Çünkü, bakıldığında çocuğun bunlara
benzemesi inancı hakimdir. Bu dönemde güzel
şeylere bakılmaya dikkat edilir. Kırdan toplanan
çiğdem destesi bir metre kadar yüksekten atılır,
eğer top yere düşerse oğlan, dağılırsa kız
olacağı inancı mevcuttur. Kadının aşerme
döneminde canının çektiği yiyecekleri temin
etmek için ailesi büyük çaba sarfeder. Doğum
yaklaştıkça, çocuk için hazırlıklar da
yoğunlaşır. Evde beşik donatma, bebek için
yorgan, yastık, yatak, giysiler ve bezler
hazırlanır. Doğumu yaptıran kadına "ebe"
denilir. Çocuğun göbeği kesildikten sonra ya bir
cami duvarı dibine, ya da ayak değmeyecek bir
yere dua okunarak gömülür.
Yeni doğan çocuk
tuzlanır. Bu işlem çocuğun pişmemesi, terlememi
ve çiğ kalmasını önler. Yeni doğan çocuk
önceleri "öllük" denilen kırmızımsı bir toprak
ile belenir. Bu pratik günümüzde ortadan
kalkmıştır. Yeni doğum yapmış kadına yörede
"loğusa", ya da "Dığasken" adı verilir. Loğusa
kadına ilk önce undan hazırlanan ve içerisinde
pekmez katılarak yapılan kuymak yedirilir. Bu,
özel gün yemeği sayılır.
Doğum yapan kadınla
çocuğu, inanışa göre kırk gün dış zararlardan ve
tehlikelerden korunur. Kırkgün boyunca
yattıkları odanın ışığı söndürülmez.
Yastıklarının baş tarafına Kur'an-ı Kerim
konulur. İki kırklı kadın birbiriyle
karşılaştıklarında iğne değiştirirler ki,
kırkları birbirini basmasın. Evde değirmenden
un, bulgur Sünnetten bir görünüm
getirildiğinde
çocukla kadın birkaç adım dışarı çıkarılır. Yine
yakın bir evden cenaze çıkmışsa, kırkı çıkmamış
loğusayla çocuğu cenaze oradan götürülürken
dışarı çıkarılır. Bu âdetler kırk basmaması için
yapılır.
Yine kırk basmaması
için "kırklama" yapılır. Çocuğun yıkanacağı suya
yirmi ve kırkıncı günde kırk kaşık şu, ya da
kırk tane arpa sayılarak atılır. Çocuğun başı
üzerinde bir kalburdan su dökülür. Böylece kırk
çıkarılır. Kırk çıktıktan sonra çocuk ve anneye
zarar verecek etkenler de ortadan kalkmış olur.
Lohusalık döneminde
geleneksel kültür içerisinde anne ve çocuğa
zararı dokunacağına inanılan "Alkarısı" adını
verdikleri saçı başı dağınık, dişleri iri,
parmakları çok uzun çirkin bir yaratığın
olduğundan da söz edilir. Buna karşın geçmişte
annenin ve çocuğun yatağının çevresine kıl ip
bırakıldığı, yastığına iğne takıldığı
görülmüştür.
Böylece alkırısı
denilen mahlûkun zarar veremeyeceği inanışı
yaygınken, günümüzdeki bu tür uygulamalar
kalkmış olup, yatılan yerin başucuna Kur'an-ı
Kerim konulmaktadır.
Yeni doğum yapmış
lohusayı ve çocuğunu görmeye gitme âdeti vardır.
Bu gidişle birlikte giyim eşyası vb. götürülür.
Özellikle ilk doğumda kadının annesi tarafından
beşik donatılır.
Çocuğun ilk dişi
çıktığında buğday kaynatılarak hedik yapılır.
Bazen hedik taneleri bir ipliğe dikilerek
bebeğin boynuna takılır. Çağırılan akraba ve
komşulara "Diş Hediği" ikram edilir. Çocukluk
çağı içerisinde birçok geleneklere dayanan
uygulamaların varlığı da dikkati çeker. Doğup
yaşamayan çocuklara "Tıpkı" oldu derler ve tıpkı
çeşmesi denilen suda yıkarlar. Hekimhan'ın
Güzelyurt beldesindeki Tıpkı/Tıpka çeşmesine bu
gaye ile gidilir. Konuyla ilgili olarak bir kişi
yılanın veya yengecin ağzında bir böcek görürse
çocuğu doğup yaşamayanın adını seslice
söylediğinde yılan veya yengeç ağzındakini
bıraktığında Tıpkı'nın geçeceğine inanılır.
Çocuk yürümede geç kalmışsa, iki ayak bileğine
ip bağlanır, hızla biri gelerek ayağındaki bu
ipi keserek kaçar buna "Duşak Kesme" denilir.
Geç konuşan, konuşma güçlüğü olan çocuklar için
ziyaretlere gidildiği görülür.
Uyumayan, korkan
çocuklara "okutulur"; çocuğa korkularının
geçmesi için geleneksel bazı pratikler
uygulanır. Nazar değmemesi için kulak memesinin
ardına kara çalınır. Omuz başına ya da
giysisinin iç tarafına nazarlık takılır.
Bebeklik çağındaki sancılarına, kulak ağrılarına
ve rahatsızlıklara yönelik uygulamalar günümüzde
az da olsa devam etmektedir. Şehirleşmenin
hızlandığı yörelerde doktora başvurmalar
artmıştır.
SÜNNET VE
KİRVELİK GELENEKLERİ
Malatya ve
köylerinde dinî vecibeler gereği erkek
çocuklarına yapılan sünnet ve geleneksel bir
kurum olarak kirvelik önemli bir yer tutar.
Kirvelik: Yerleşik
ve kurumlaşmış bu özelliğiyle, çocuğun
sünneti ile birlikte ve hatta kirveliğin
kurulmasıyla da daha önceden doğarak
pekiştirilmiş yakın dostluklar, ilişkiler
bütününü oluşturur. Yörede erkek çocuğu
sünnette tutan kirve, çocuğun manevi babası
sayılır. Bu kişiye kirve, kivre gibi
isimler verilir. Kirveliklerin
kurulmasında, seçim ve teklifin geleneksel
bir yeri vardır. Kirve, çocuğun babasının
sevdiği bir dostu, arkadaşı olabilir. Bu
teklif geleneğe göre reddedilmez. Kirvelik
"Peygamber Dostluğudur" derler. Onun için kirve
olmaya karar verenler, kendilerini artık
birbirileriyle akraba sayarlar. Çocuklar ise
birbirleriyle kardeş sayılır. Bazı yöreler de
ise çocuk, kirvenin kızıyla evlenemez. Bu
âdetin temelinde çocuğun kanının kirvenin
kucağına düşmesi yatar.
Sünnet: Bebeklik
çağı ile 11-12 yaşlarına kadar olan dönemde
gerçekleştirilir. Düğüne davet ya okuyucu
vasıtasıyla, ya da davetiye gönderilerek
yapılır. Sünnet düğünleri çalgılı veya çalgısız
yapılır. Mevlüd okutulur. Düğüne davet
edilenlere yemek verilmesi âdeti yaygındır.
Sünnet olacak
çocuğun giysisi kirve ta rafından alınır. Kirve
çocuğa altın, saat vb. gibi armağanlar getirir.
Çocuğun babası tarafından kirveye halı, elbise
vb: gibi armağan verilir. Çocuk otomobille ya da
atla gezdirilir. Sünneti, sünnetçi veya sağlık
memuru yapar. Son yıllarda doktora yaptırılan
sünnetlerde artış görülmektedir. Çocuk sünnet
edilirken acıyı fazla duymasın diye ağzına lokum
verilir. Bazen de çocuk, eline aldığı bir çiğ
yumurtayı şaka olsun diye sünnetçinin kafasına
atar. Sünnetten sonra çocuğu ziyarete gelirler,
çeşitli armağanlar verirler. Sünnetle birlikte
iki kirve ailesi arasındaki dostluk ilişkileri
daha da pekiştirilmiş olur. Artık sünnet olan
çocuk, geleneğe göre erkekliğe ilk adımı atmış
sayılır.
EVLENME ÂDET VE
GELENEKLERİ
Evlenme, hayatın üç
önemli safhalarından biridir. Bu dönemlerde
doğum, evlenme ve ölüm etrafında birçok gelenek,
görenek, âdet, töre ve tören oluşturulmuştur.
Malatya'da evlenmeler; görücü usûlünün yanı sıra
karşılıklı anlaşmaya dayalı olarak
gerçekleşmektedir. Bunların dışında "Kaçmak"
yoluyla evlenmeler az da olsa olmaktadır.
Görücü usûlünde
isteklerin aileye duyurulması ilk basamağı
oluşturur. Gençler, evlenme isteklerini direkt
olarak babaya açamazlar. İstekler, ya anne
vasıtasıyla, ya da başka vasıtalarla duyurulur.
Evlenme yaşı,
erkeklerde "18 yaş civarında başlar. Bu yaş
genellikle ailenin ekonomik durumu, bazı erken
evlendirmeyi gerektiren şartlarda ön plana
çıkar. Ortalama evlenme yaşı ise askerlik
sonrası başlar. Kızlarda ise önceleri 15-16
yaşlarında evlenme yaygınken, bu yaş sınırı
18-19 yaşa çıkmıştır.
Gençler, evlenme
isteklerini duyururken gelenek gereği bazı
davranışlarda bulunurlar. Eve geç gelme, bıyık
bırakma, huysuz davranışlar gösterme, hastalık
bahanesiyle işe-güce gitmeme, pişirilen yemeği
beğenmeme gibi davranışların yanı sıra ev eşyası
almak, giyimine özen göstermek gibi hareketler
sergiler. Genç kızlarda ise bu gibi davranışlara
pek rastlanmaz. Davranışları aşikar değil,
imalıdır. Hiç olmadık zamanlarda yakınmalar,
serzenişler görülür. Evlenme geleneği içerisinde
aile tarafından gencin evlendirilmesine kesin
karar verilmişse, "Görücü Gezme" ya da bir diğer
söylenişle "Kız Bakma" başlar. Evlendirilecek
gencin ailesi çocukları için temiz süt emmiş,
kendilerine lâyık bir kız bulmak için düğün,
nişan komşu gezmeleri, akraba ve tanıdıklarının
tavsiyeleri vb. vesilelerle kız beğenirler.
"Kız bakmaya"
gitmeden önce tanıdıklar vasıtasıyla el altından
kız tarafına haber gönderilir. Kız evine
gidildikten sonra, genç kız el öper ve
misafirlere kahve ikram eder. Bu ziyaret
sırasında kız yakından incelenir. Kızın bir
sakatlığı var mı, hamarat mı öğrenilmeye
çalışılır. Kızın niyeti yoksa görücülere asık
suratlı davranır. Ayakkabılarını dağınık bırakır
ve yanlarında pek durmaz. Bu görücü
gezmelerinde, kız beğenilmişse durum aile
içerisinde tekrar görüşülür, danışılır. Kızı
istemeye karar verilir. Kız evine haber
gönderilir. Aile kızı vermeye niyetli ise, "Kız
evi naz evi" deyiminden hareketle kendilerini
naza çekerler. Hele bir danışalım-görüşelim
hayırlı ise olur, derler, Neticede kız evine
gidiş-gelişler birkaç sefer tekrarlanır. Gün
kararlaştırılır. Daha sonra kızı istemeye
giderler. Her iki tarafın yakın akrabaları bu
istemede hazır bulunurlar. Kız istenirken, oğlan
ve kız babasını temsilen birer kişiye vekâlet
verilir. Oğlan tarafını temsil eden kişi kızı
"Allah'ın emriyle, Peygamberin kavliyle" üç
kere ister. Üçüncü tekrarın sonunda, kız babası
"Allah yazdıysa bize diyecek söz yok, biz de
verdik" diyerek cevaplar. Orada bulunan hoca
dua okuyarak "Allah hayırlı eylesin" der.
Bu törenin Malatya köylerindeki adına kız
isteme, söz kesme veya el öpme adı
verilir. Kız istenildikten sonra, köylerde
görülen bir âdet ise gencin kulağının çekilmesi
ve bahşiş alınması geleneği vardır. Ayrıca,
"Süt hakkı" adıyla kızın annesine hediye
verme adeti vardır. Söz kesildikten sonra ağız
tatlılığı için şerbet ezilerek dağıtılır.
Ardından "başlık" görüşülür. Başlığın,
yöredeki adı "Galin" dır. Bu gelenek bazı
köylerde devam etmektedir. Birçok yerde ise
kalkmıştır. Başlık istenen yörelerde babanın
isteği orada bulunanların ricasıyla makul bir
seviyeye indirilir. Başlık geleneğinin kalktığı
yörelerde liste verme geleneği vardır. Bu
listeye istenilen ev eşyaları, altın vb.
yazılır. Başlık geleneğinin sürdürüldüğü
köylerde kaçırma yoluyla yapılan evliliklerde
normal durumda alınan başlığın iki katı miktarda
"Kan" adı verilen başlık alma geleneği de
görülebilmektedir.
Söz kesmenin
ardından belirlenen bir günde nişan takılır. Bu
törene bazı köylerde göreye gitme, şerbet
içme gibi isimler verilir. Nişanda oğlan
tarafı bir heybe hazırlar, bir gözüne
şirincelik denilen çerez konulur, diğer
gözüne ise kız ailesine gömlek ve kumaş gibi
hediyeler konulur. Şirincelik, misafirlere
dağıtılır. Kız anasına götürülen hediyeye ise,
"Ana keteni" denir. Kız, nişanda oğlan
tarafının aldığı elbiseleri giyer. Büyük
teştlerde şerbet ezilerek dağıtılır. Yüzükler
kadınlar tarafından takılır. Nişanlılara para ve
altn gibi hediyeler verilir. Bundan sonra erkek
tarafı nişanlı kızdan söz ederken
"bizimgelin" der. Nişanlılık döneminde
gençlerin birbirlerini serbestçe görmeleri hoş
karşılanmaz. Bu yasaklama şehirleşmenin
başladığı yörelerde zayıflamıştır.
Nişanlılık
döneminde kız tarafına dini bayramlarda koç
gönderilir. Ayrıca altın, saat, elbiselik gibi
hediyeler de götürülür. Bu hediye götürme âdeti
erkeğin nişanlısını ziyaretinde de geçerlidir.
Nişanlılık dönemi "evli evinde gerektir"
düşüncesinden hareketle fazla uzatılmaz.
Nişandan sonra
gelen tören düğündür. Düğünler köylerde hasat
sonuna rastlar. Şehirlerde ise bahar ve yaz
aylarında yapılır. Düğün günü
kararlaştırıldıktan sonra kız tarafından da
nişanlı kızla beraber 3-4 kişi alınarak şehre
düğün pazarlığına gidilir. Geline, eşya, elbise,
altın vb. alınır. Bazı köylerde buna "yük" de
denilmektedir. Düğünden önce oğlan tarafından
aldığı yün ile kız tarafı yatak yapar. Düğün
öncesi bir gelenek de "Yolların sağlanması"
adı altında kızın amcasına, dayısına ve
erkek kardeşine hediye alınarak onların
gönüllerini almaktır. Bunlara emmi yolu-dayı
yolu denilir. Bu gönül alma işi bir elma
götürülerek de para götürülerek de olur.
Düğüne davet;
köylerde "okuntu' denilen çağırma şekliyle olur.
Okuntu dağıtana bahşiş verilir. Bu adet yerini
davetiyelere bırakmıştır. Düğünler önceleri
çarşamba ve perşembe günleri yapıldığı gibi
Cuma, cumartesi, pazar günleri de yapılmaktadır.
Düğünün başladığını belli etmek için oğlan
evinin damına Türk bayrağı asılır. Bayrağın
asıldığı uzun sopanın ucuna bazı köylerde elma
konur. Düğünlerde özellikle köylerde davul-zurna
çalgısı bulunur. Düğün sırasında özellikle
yörenin seyirlik oyunları oynanır. Şehirde ise
davul-zurna yerine orkestra ağırlıktadır.
Arapgir ilçesinde klarnet, keman cümbüş vb.
çalgılar kullanılmaktadır.
Köylerde;
bayraktar, düğün vekili, aşçı, kahveci gibi
hizmet grubu misafirlerle ilgilenir. Gelin
getirmeye gitmeden önceki gün, kız tarafına
"kınacılar" ve "ekmekçiler"
gönderilir. Kınada, oyunlar oynanır ve gelin
kıza kına yakılır. Kına yakımanda tepsi başlar
üzerinde dolaşırken Malatya'nın kına havası olan
"Yüksek eyvanlarda bülbüller öter"
türküsü söylenir. Gelin kızın önce sağ eline
kına yakılır, içerisine bir madeni para
konularak dolakla (yazma) sarılır. Sonra diğer
eline yakılır. Kınadan bir bölümü oğlan tarafına
gönderilir. Kına sırasında "gelin övme"
ya da "gelin ağlatma" törenleri yapılır.
Bu törenler sırasında çeşitli türküler ve
maniler söylenir. Kına gecesinin sabahı oğlan
evinde toplanan gelin alayı dağlık yörelerde at
ile diğer yörelerde traktör ve otomobil ile
gelin almaya giderler. Gelincik adı
verilen gelin arabası dikkatle süslenir. Kızın
köyüne yaklaşıldığında gelin alayı durdurularak
"sapancalık" denilen bahşiş alınır.
Ayrıca kız evinin kapısı kapatılarak bahşiş
alınır, sonra açılır.
Düğünden üç gün
sonra kız tarafı oğlan tarafına tatlı gönderir.
Bir hafta sonra gelinle kocası kız tarafını
ziyaret ederler. Buna "Haftasına gitmek"
adı verilir. Kız tarafı ise onbeş gün sonra
karşı tarafı ziyaret eder. Önceleri çok yaygın
olarak görülen evin büyüklerine karşı
"gelinlik etme" âdeti bugün önemini
kaybetmiştir. Gelinlik etmek; kaynana, kayınbaba
ve diğer aile büyüklerinin yanında sofraya
oturmamak, çok sessiz konuşma gibi
davranışlardır.
ÖLÜMLE İLGİLİ
ÂDETLER
İnsanoğlu doğar,
yaşar ve ölür. Bu dönem içerisinde birçok inanç,
âdet ve pratiklerin gelişmiş olduğunu görürüz.
Ölümle ilgili
inanç ve uygulamalar ölüm öncesi, ölüm
sırası ve ölüm sonrası olmak üzere üç bölümde
incelenebilir.
Ölüm Öncesi: Yöredeki
halkın inanışlarına göre ölümün habercisi olarak
adlandırılan hayvanlarla ilgili düşünceler
bulunmaktadır. Bunlar; köpeğin gereksiz yere
uzun uzun uluması, evin damına baykuşun kaçıp
ötmesi. Bu gibi durumlar bir kara haberin
geleceğine ve ölü olacağına yorumlanır. Ölüme
yorumlanabilecek rüyalar da vardır: Önceden ölen
bir yakınının kendisini de yanma çağırması,
rüyasında evin orta direğinin yıkılması, evin
bir yanının yıkılarak göçmesi, gibi rüyalar
ölüme yorumlanır. Hastanın öleceği düşüncesi şu
belirtilerle anlaşılır: Gözleri kayar ve soğur,
burnu çöker, nefes alıp vermede hırıltı olur,
daha önceden ölen bir kimsenin kendisini
çağırdığını söyler, gurbette olan çocukları
varsa onları sayıklar, su ister, yanındakilerden
helallik alır, ağzına köpük yığılır.
Ölüm Sırası:
Bir kişinin öldüğü,
vücudunun hareketsiz ve kaskatı kesilmesinden,
göğüs kafesinin inip kalkmasından, bakışlarından
ve vücudunun soğumasından anlaşılır. Ayrıca, şu
pratiklere de başvurulur, Ağzına ayna tutulur,
Aynada buharlaşma olursa yaşadığı, yoksa öldüğü
anlaşılır. Ayrıca nabzına da bakılır. Ölüm
haberi çabuk duyulur, derler. Yakın çevrelerine
ya telefon edilerek, haberci gönderilerek ya da
camiden duyuruda bulunulur. Öldüğü anlaşılır
anlaşılmaz çenesi çekilir ve bağlanır. Gözleri
açıksa kapatılır. Elleri yanlara getirilir, ayak
başparmak uçları bir iplikle bağlanır. Gözü açık
ölmüşse bir beklediği var düşüncesiyle ve gözü
arkada kalmasın duygusuyla elle sıvazlanarak
kapatılır. Temiz bir yatağa alınır, buna 'rahat
döşeği' denilir. Ölen kişinin üzerindeki
giysiler yırtılarak çıkarılır. Bu giysilere
ölünün soykası da denildiği olur. Yatakta sağ
yanı kıbleye gelecek biçimde bırakılan ölünün
üzerine çarşaf serilir. Bazen karnının üzerine,
şişmemesi için bir bıçak veya makas konulur.
Yatağın etrafında halka biçiminde oturularak
beklenir.
Yakınları tarafından kefen
hazırlanır. Kara kazanda su ısıtılır. Ölü evinin
pencereleri açılarak havalandırılır. Bu arada
ölenin giysileri, yatak ve yorganı bir kadın
tarafından yıkanır. Bu kadına birkaç kalıp sabun
verilir. Akşam gün batımına yakın zamanda cenaze
defnedilmez. İnanışa göre, gün batımından sonra
yer mühürlüdür, kimseyi kabul etmez inancı
hakimdir. Ertesi sabah defnedilir. Bu beklemenin
bir amacı da uzaktaki yakınlarının gelmesi
içindir. Erkek cenazesini erkekler, kadın
cenazesini kadınlar yıkar. Abdesti aldırılır.
Yıkama işi "Teneşir" denilen bir tahta kerevet
üzerinde yapılır. Ölen kişi nişanlı veya yeni
gelin ise yanma gelinliğinin konulduğu, saçının
ardına kına yakıldığı da olur. Saçları örülür
veya boynuna dolanır. Kefenlenen cenaze çam veya
kavak ağacından yapılmış kapaklı tabuta veya
"Salaca" denen dört kollu tabuta konur. Ölen
kadın ise tabutun üzerine yazması atılır. Erkek
ise giysisi çoğu zaman konulmaz, üzerine bir
örtü atılır. 3-4 aylık çocuklar bir kişinin
kolları arasında mezara götürülür. Yıkama işlemi
bittikten sonra bazı yörelerde kazan ters
çevrilir. Gece orada ışık yakılır.
Cenaze yıkandıktan
sonra bekletilmeden mezara götürülme işlemi
başlar. Kadının mezarı göğüs hizası yüksekliği
kadar, erkek mezarı göbek hizası yüksekliği
kadar derinlikte eşilir. Eşilen mezarda
başkasına ait kemik çıkmışsa bunlar bir köşeye
toplanır. Bazı yörelerde âdet gereği mezara
madeni para atılır. (Böylece inanışa göre o yer
alınmış sayılır) Cenaze namazı kılındıktan sonra
mezara indirilir. Mezar, oradakiler tarafından
hızlı bir şekilde toprak atılarak kapatılır.
Kapatma işlemi bittikten sonra üzerine su
dökülür. Bu inanış bazı yörelerde sorgusunun ve
sualinin çabuk ve kolay verilmesi içindir.
Mezarın yanında gün batınımdan sonra ateş yakmak
geleneği yaygındır. Bunun amacı yabani hayvanlar
tarafından cenazeye zarar gelmemesi içindir.
Mezar Sonrası
Yapılan İşlemler: Mezar dönüşü cenaze evine
gelinir ve Kur'an okutulur. Kadınlar tarafından
ağıtlar yakılır. Yaygın bir gelenek olarak, ölen
kimse kadın ise sağlığında komşularından ödünç
bir şeyler almıştır ve hakkı geçmesin
düşüncesinden hareketle kadınlara sabun, iplik
gibi şeyler dağıtılır.
Daha önceleri mezar
dönüşü cenaze çıkan ev tarafından bir yemek
verme âdeti vardı. Bazı köylerde bu, bugün de
devam etmektedir. Ölü evinde üç gün ile yedi gün
arası yemek yapılmaz, komşular tarafından
getirilir. Ölü sahipleri, ikinci günün sabahı
mezarı ziyaret ederler. Ölü çıkan eve komşu,
tanıdık, akraba gelerek başsağlığı diler. Cenaze
çıkan evin erkekleri en az bir hafta sakal traşı
olmazlar. Kadınlar ise alınlarını siyah veya
beyaz bir yazma ile bağlarlar. Ölümün üçüncü ya
da yedinci günü ölü evi yemek yaparak mevlüd
okutur. Helva dağıtılır ve yemeğe köyün tamamı
katılır. Üçüncü günü ile kırkıncı günü arası
hatim indirilir. İnanışa göre elliikinci günde
et kemikten ayrılır. Bu günün akşamı Kur'an
okutulduğu görülür. Ölümden sonra gelen Ramazan
ve Kurban Bayramı ölen kişinin "İlk Yas
Bayramı"dır. Köylerde bayramlaşma ilk önce bu
evlere ve hasta olanlara gidilerek yapılır. İlk
yas bayramında mezara gidilerek şeker, leblebi
gibi yiyecekler dağıtılır.
ÖLÜ-ÖLÜM-MEZARLIKLA İLGİLİ İNANIŞLAR
1-
Mezarlık, parmakla işaret edilerek
gösterilmez, unutularak gösterildiğinde
parmak ısırılır.
2- Gece sakız
çiğneyene "Ölü eti çiğniyorsun" diye
müdahale edilir.
3- Mezardaki
ölünün canına batar düşüncesiyle gece şiş ile
çorap örülmez.
4- Mezar
ziyaretinde ağlayıp kendini kaybedenlerin başı
üzerine toprak serpilir.
|